ilahi sözünü paylaş

Arkadaşların arasında bunu ilk beğenen sen ol!

Dursun Ali Erzincanlı – Kırk Yaşındasın

Dursun Ali Erzincanlı Kırk Yaşındasın ilahi sözü

Rahmetini umarak,
Günahkar bir dille,
Allah Azze ve Celle.

Ya resulallah,
Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden,
Kalbimizden seyrediyoruz seni.

İşte bir yaşındasın,
Benî Sa’d yurdundasın,
Sana süt anne olmadı kadınlar,
Bu yüzden dargın bulutlar,
Bir damla yağmur indirmiyor,
Kıtlık hüküm sürüyor Benî Sa’d yurdunda,
Minicik bir bulut var gökyüzünde,
Sana aşık,
Ayrılmıyor başucundan,
Ve insanlar yağmur duasında,
Hz.Halime kucağına alıyor seni,
Yüzünde bir gölgelik,
Seni güneşten korumak için,
Oysa minicik bulut gökyüzünde,
Sana meftun, sana kilitli,
Ve dua eden rahibin kucağındasın,
Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahip,
Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da,
Ama sen unutmuyorsun,
Uğruna canlarımız feda o gözlerinle,
Gökyüzüne bakıyorsun,
O minicik bulut ilişiyor bakışlarına,
Büyüyor, büyüyor,
Sonra nazlı, nazlı yağmur damlaları iniyor buluttan,
Fakat çoğusu bilmiyor yağmurun geliş sebebini,
Çoğusu bilmiyor seni.

Altı yaşındasın,
Medine-i Münevvere yolundasın,
Yanında aziz annen ve Ümmü Eymen,
Yetimliğini hissediyorsun baba kabristanında,
Sonra yolda, Ebva’da öksüzlük karşılıyor seni,
Mekke’ye annesiz giriyorsun,
Abdülmuttalip bir başka seviyor seni,
Ebu talip bir başka seviyor,
Ya Resulallah,
Mekke çocukları annelerine seslenirler miydi senin yanında ?
Onlar anne deyince sen yere mi bakardın ?
Mekke rüzgarları kaç gece gözyaşlarını taşıdı Ebva’ya ?
Kaç gece anne diye hıçkırdın ?
Efendim,
Senin yerine de anne dedik annemize,
Senin yerine de baba dedik,

Yirmi beş yaşındasın,
Ve bambaşkasın,
Kimse sana denk değil,
Şefkat yayıyor kokun,
Güven veriyor sesin,
Sen Muhammed-ül Emin’sin,

Otuzüç yaşındasın,
Dalga, dalga rahmet var,
Otuzbeş yaşındasın,
Hadi gel bekletme yar,
İniltiler çalıyor kapısını göklerin,
Hadi gel bekletme yar,
Sinesi çatlayacak resul bekleyenlerin,
Hadi gel ey yâr,
Nur dağına davet var,
İşte kırk yaşındasın,
Hira Nur dağındasın,
Cibril iniyor göklerden,
Ve nokta nokta her yerden salat, selam yükseliyor,
Sen kâinatın yüreğinden hasretle kopan “Ah” sın,
Karanlık gecelerimize sabahsın,
Sen Nebiyullah’sın,
Sen Habibullah’sın,
Sen Resulullah’sın.
Niye incittiler ki seni sultanım ?
Niye işkence yaptılar ki sana ?
Ebu Talip öldü diye mi bu pervasızca saldırılar ?
Himayesiz kaldın diye mi ?
Kabe’deki ağlayışın geliyor gözümüzün önüne,
“Amca, yokluğunu ne çabuk hissettirdin”
deyişin,
Haremde namaz kılışın geliyor aklımıza,
Başına pislikler saçılıyor,
Başlar feda o mübarek başına,
Nasipsizler sana bakıp nasıl da gülüyorlar,
Biri koşuyor Mekke sokaklarından sana doğru,
Biri koşuyor ama sanki yere inmiş Arş-ı Âla,
”Bu koşan kimdir” diye bir soru dolaşıyor boşlukta
Bu koşan kim ?
Ve cevap veriyor biri,
Muhammed’in kızı Fatıma-tüz-Zehra,
Velilerin anası,
Yüzünü, gözünü siliyor biricik kızın,
Sana yeryüzünde en çok benzeyen,
Gülmesi sen, ağlaması sen,
“Ağlama kızım” deyişin geliyor aklımıza
Niye çıkardılar ki yurdundan seni ?
Himayesiz kaldın diye mi ?
Onlar bilmiyorlar mıydı seni himaye edeni ?
Seni yetim bulup barındıranı,
Seni alemlere rahmet kılanı,
Onlar deli diyorlardı sana,
Sen susuyordun,
Mecnun diyorlardı, şair diyorlardı,
Sen susuyordun
“Seni bizim elimizden kim kurtaracak ?” diyorlardı
Sen,
Sen,
“Allah” diyordun,
Allah Azze ve Celle,
Semayı haşyet kaplıyordu,
Sen, “Allah” diyordun,
Arş-ı Âla titriyordu,
Bedir’de ”Allah” diyordun,
Üç bin melek iniyordu alaca atlarda,
Yüzyirmibeşbin sahabe,
“Anam, babam sana feda olsun” diyordu.
Ya Resulallah !
Medine-i Münevvere sokaklarında yürüyordun,
Neccar Oğulları’nın küçük kızları seni görünce,
Sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi,
“Beni seviyor musunuz ?” diye sormuştun onlara,
“Seni çok seviyoruz Ya Habiballah !” demişlerdi,
Sen de;
”Allah biliyor ki ben de sizi çok seviyorum” demiştin,
Bu gün yaşayan gençler var,
Neccar Oğulları’nın kızları değil belki,
Ama seni onlar da çok seviyor,
Gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar,
Senden başka kimseleri yok,
Allah biliyor ki sen onları da çok seviyorsun.

Altmışüç yaşındasın,
Refik-i Âla duasındasın,
Senin için siyah yünden çizgili bir cüppe dokunmuştu,
Kenarları beyazdı,
Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın,
Ve mübarek ellerini dizine vurarak;
“Görüyor musunuz ne kadar güzel ?” demiştin,
Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti;
”Anam, babam sana feda olsun Ya Resulallah, onu bana ver !”
Niye istemişti ki senden ?
Sevdiğini bile, bile,
İstendiğinde katiyyen;
“Hayır” demediğini bile, bile,
“Peki” dedin o zat’a,
Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin,
Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı,
Aynı cübbeden yine yine diktiler,
Ama giyinmek nasip olmadı,
Haberler uçurmuştun Ebu Hureyre’nin diliyle;
“Benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke peygamberi görseydik de ne malımız ne de evladımız olsaydı diyecekler”
Ve Hazreti Enes ile paylaşmıştın özlemini,
“Beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim”
Sultanım,
Ey Medine minberinde,
“Ümmeti, ümmeti” diye,
Hüznü giyen sevgili,
Ey Mekke mihrabında alemler hesabına,
“Allah” diyen sevgili,
Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına,
Diz çöktük, biat ettik,
Rabb’inden bize ne getirdi isen amenna,
Duyduk, itaat ettik.

Ya Resulallah,
Sen hâlâ kırk yaşındasın,
Ve hâlâ ümmetinin başındasın.